Merhaba bugün sizlerin karşısına rahmetli Sarkis Seropyan’ın bundan 16 yıl önce Tarih ve Toplum dergisinde yayınlanan Ermeni Çingeneler (Hay-Poşalar) hakkındaki yazısı HAY-POŞALAR ile karşınızdayız. Sarkis Ahpariğimizi bu dünyadan uğurladıktan sonra Ermenice de boynu bükük kaldı. Eminiz ki Anadolu toprakları yeni Sarkis Seropyanları da bizlere armağan edecektir. Ancak Sarkis Seropyan’ın da yerinin kolay dolmayacağı aşikar.
Yazımıza Garabet Basmacıyan’ın Ermeni Modern Tarihi ve Ermeni Sürgünleri (1375-1916) kitabında yer alan Poşalarla ilgili bilgiyi de ekliyoruz.. Kitabın orijinali fransızca olup, 1917 yılında Histoire Moderne des Arméniens (K. J. Basmadjian) basılmıştır. Türkçe çevirisi Mehmet Baytimur tarafından yapılmıştır. Pêri Yayınları, 2011 yılında ilk baskısını yapmıştır.
Düzeltme : Bazı Poşa takipçilerimizden gelen tepkiler üzerinde bir açıklama yapma gereği duyduk. Yazıda, bütün Poşa’ların Ermeni olduğu iddia edilmemektedir. Sadece Ermenileşen Poşaların da olduğundan bahsedilmektedir…
Vatansız Tek Ulus Çingeneler ve Çingenelerin Ermenileşmesi
Çingeneler Hint-Avrupa ırkından olup dünyanın hemen her köşesinde, dinsiz, vatansız, hatta yasasız yaşar, yeryüzünde bir karış toprağı olmadığından her yeri vatan farz eder, dünya nimetlerini ve zenginliği önemsemez, doğanın kucağında hür yaşarlar.
Orta boylu düzgün fizikli Çingenelerin ten rengi koyu esmer, saç ve gözleri kuzguni siyah, yüzü uzun, alnı dar, burnu öne çıkık ve sivri, gözleri birbirinden uzak, dişleri beyazdır.
Genellikle bir şeyler ister, dilerler. Umursamaz ve bencildirler, hiçbir zaman gelecek kaygıları olmayıp, günü yaşarlar. Geleneksel namus kavramının yaşamlarında fazla önemi yoktur ve doğa onlara sınırsız hürriyet ilham eder. Hür yaşadıkları ülke onlar için vatandır. Yerleşik yaşamı sevmez, toprak işlemekten hoşlanmazlar. “Kağnı gıcırtısı duyasın, eşek anırması duymayasın” veya “Ho-ho diyesin, çüş çüş demeyesin” bedduaları bu durumu pek güzel yansıtır.
Tarihçi Herodot ve Strabon, “Siginler” adını verdikleri ırkın vatanının 10. yüzyılda Kafkasya ve Anadolu olduğunu yazıyor. 7-12. yüzyıl Bizans belgeleri ise yörede “Tziganlar” adı verilen bir toplumdan söz ediyorlar.
Avrupalı tarihçiler tarafından kökenleri Hintli “Çat” adlı ırka bağlanan Çingeneler Hindistan’dan batıya iki koldan göç etmişler. Birinci yolu seçenler güneyden, deniz kıyısını takiben Belucistan, Basra Körfezi, Arabistan, Kızıldeniz, Suriye, Girit, Kıbrıs üzerinden geçtikten sonra bölünmüş, bir kısmı Mısır ve Afrika’ya, diğeri güneyden Anadolu’ya girmiş.
İkinci yolu seçenler ise İran, Mezopotamya üzerinden Anadolu’ya gelmiş, Karadeniz ve Hazar Denizi kıyılarında ilk gelenlerle buluşmuş. Yüzyıllar boyu değişik uluslarla sürtüşmekten edindikleri farklılıklar Anadolu’da buluşan iki Tzigan topluluğunun yapılarındaki farklılığı açıklıyor. Bunlardan ilk yoldan gelenlere “Çingene”, diğerine ise “Hay-Poşa” deniyor.
İnanılmaz bir dayanıklılıkla yüzyıllardır varlığını sürdüren bu toplum hiçbir coğrafyada bağımsızlığa sahip olamayıp sürekli azınlıkta kalmış. Ne Asya’nın baskısı, ne ortaçağın korkunç işkenceleri, ne gördüğü hakaret ve eziyetler, ne de çağdaş hümanist kültürler ve hoşgörü bu anlaşılması zor toplumun sorununa çözüm getirebilmiş; çingene dünyanın her yerinde çingene kalmış.
Çingene yaşadığı ülkenin inancına saygıda kusur etmez, ulusal kimliğini sahiplenmediği ulusun dinine hürmeten sünnet veya vaftiz (bazen gerekirse her ikisini de) olur, yerel dili iyi kötü konuşur, yine de Çingene kalabilir ve Çingene’yi göçebelikten vazgeçirmesi çok zordur.
Ancak, Ermeniler bu zoru başarmış. Bunun nasıl olduğu, Ermeniler’in başarısını hangi sosyal konuma bağlamak gerektiği sosyal tarihçilerin işi. Tarihleri boyunca göç etmeyi alışkanlık haline getiren Ermenilerin, bu yönden benzerlik gösterdikleri Çingeneler’i nasıl ikna ettikleri tarihsel bir sır, zira hayli dayanıklı oldukları söylense de Ermenilerin göç ettikleri, örneğin Hindistan veya Polonya gibi bazı yeni ülkelerde rahat yaşam şartları altında, belki de iklim farkı nedeniyle Çingeneler kadar dayanamayıp özümsendikleri de bir gerçek.
Böylece, Çingeneler’in “Poşa” adı verilen bir boyu Avrupa ve Asya’daki kardeşlerinden ahlâk yönünden farklılık göstererek yerleşik düzene geçmiş ve geçimini alınteriyle sağlamaya başlamış. Bunlar muhtemelen 8. yüzyılda Ermeniler arasına girmiş, giderek Ermeni dilini, dinini ve geleneklerini kabul etmiş, Ermenilerle karışıp özümsenmişler. 19. yüzyıl yarılarına kadar geleneksel yaşamlarını sürdüren Poşalar 20. yüzyıl başında yalnızca ırk adlarını, o da uzak bir anı olarak koruyabilmişler.
Dünyada yaklaşık 3 milyon Çingene yaşadığı sanılıyor. Avrupa’da 780.000 civarında Çingene yaşamakta. Avrupa’ya geçen Çingeneler’in serüvenlerini bir yana bırakıp Anadolu’dakileri ele alırsak, sayıları 67.000 olarak tespit edilmiş. Vırtanes Papazyan’ın araştırmalarına göre, bunların 50.000’i Hay-Poşa.
Anadolu’nun hemen her tarafında Hay-Poşalar’a rastlanıyor. Vaspurakan bölgesi dışında Ermenilerin yaşadığı her yere yerleşmişler, ancak büyük bir bölümü Sivas bölgesinde (Vezirköprü’den Boyabat ve Kastamonu’ya kadar) yaşıyor.
Poşalar’ın göç ederken, ilk kez ayak bastıkları topraklarda gayet rahat ve emin yer değiştirmelerinin, konaklama yerlerini bulmalarının, dost veya düşman toplumları kolayca ayırt etmelerinin sırrı zor da olsa çözülebilmiş. Göç eden Çingene grupları, geçtikleri yollarda duvarlara, ağaç gövdelerine yalnızca kendi ırkdaşlarının anlayabildiği özel işaretler bırakırlar.
En çok kullanılan veya sıradan işaretler şunlar:
Bunlardan birincisi ve en çok kullanılanı “Üç Kollu” olup, işaretin sapı gidilebilecek istikameti gösteriyor. Eski bir Budist işareti olan İkincisine Çingeneler “Svastika” diyorlar ve yolun kapalı veya tehlikeli olduğunu belirtiyor. Üçüncüsü; haçın sapı yine gidilmesi gereken yönü gösteriyor. Daha ziyade Türkiye’de görülen dördüncü işaret ise yolun gayet tehlikeli ve Çingeneler için ölümle sonuçlanabilir olduğunu gösteriyor.
İşaretler bu kadar değil, pek çok anlamı olanları var.
Örneğin, beşinci işaretin anlamını öğrenmek mümkün olmamış.
Gerçi Hay-Poşalar Avrupa ve Asya’daki diğer uluslar arasında göçebe yaşayan tziganlardan farklı görünüyorlar, fakat ikisi arasında yapılacak dikkatli bir tetkik sonucunda gelenek-görenek, antropoloji hatta dilde büyük benzerlikler bulunabilir. Görünen farklar Poşalar’ın Anadolu’ya gelmeden önce yüzyıllardan beri birlikte yaşadığı diğer halklara mal edilebilir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Çingeneler farklı göç yolları izleyerek yüzyıllar sonra Anadolu’da buluştuklarında farklı toplumların göreneklerinden etkilenerek farklı çehreler kazanmışlar. İslâmlığı benimseyen tziganlar Çingene, Ermenilerle yaşayıp Hıristiyan olanlar ise Hay-Poşa adını almış. Bu sonuncular giderek Ermeni gelenek ve göreneklerini benimsemişler. Poşalar’ın İran’da uzun süre kaldıkları da bilinmekte. Pers ülkesinde Tziganlar’a “Luri”, “Mıtrıp”, “Karaçi” adları verilmiş. Onlara “Poşa” adını verenler Ermeniler. İsmin kökeni ise Poş=boş” (boşgezen) olabilir ve bu ad sürekli aşağılamak için kullanılmış, zira Ermeni dilinde Çingene- Tzigan sözcüğünün karşılığı eskiden beri “Kınçu” olup Poşa sözcüğü sonradan, 19. yüzyılda benimsenmiş.
Birtakım araştırmacılar (P. Nerses Sarkisyan) Poşalar’ın “Tontragetziler”in (Tendürekliler -bir sapkın Ermeni tarikatı-) ve/veya Arevortiler’in (Vantzyan, Güneş oğulları-Güneşe tapan bir tarikat) kalıntıları olduğunu tahmin ederler. Bu arada Kalkedon konsili nedeniyle Ermeni Kilisesi’nden gerçekleşen kopmalar nedeniyle Kastamonu-Sinop arasında yaşayan Ermeni kökenli halka da Poşa denildiği de biliniyor.
Ermenilerde Poşalar aleyhine bir yığın söylence var. Bunca aşağılamaya ve de karşılıklı “akrabalıktan kaçınma” kız alıp vermeme gayretlerine karşın Poşalar’ın sürtüştüğü tüm diğer uluslardan farklı olarak Ermenilerle kaynaşıp bir arada yaşayabilmiş olması gerçekten ilginç. Her şeye rağmen Poşalar’ın Ermenilere (20. yüzyıl başlarında) kız alıp vermesi ender rastlanan olaylardan.
Kış bastırınca Poşalar yakın köylere veya kentlere doluşup kiraladıkları kulübelere yerleşir, birbirine yakın yaşarlar. Köy evlerinde, “kom” yani artık ailenin önemli ferdi sayılabilecek eşeğin bulunduğu ağılda mutlaka bir tandır yer alır. Tandır hem ekmek hem yemek pişirmeye ve de ısınmaya yarar, öyle ki işler bitip ateş söndükten sonra aile halkı tandırın içine ayaklarını sarkıtıp, çepeçevre oturur ve bacaklarını ortak bir örtüyle örterek ısınırlar. Evin ilginç bir yanı da bir duvarda yer alan ve “santo” adı verilen “ocak”tır. Ocakta haftada bir kez, o da ısınmak için değil de, ailenin ölen fertlerine saygı için ateş yakılır.
Poşalar obur olup sürekli ve zamanlı zamansız bir şeyler yerler. Acı, ekşi, baharatlı, yakıcı yemekleri tercih eder, sarmısak, biber ve sirkeyi eksik etmez sofrasından. Az et yerler, en sevdikleri yemekler “malez” ve “pilav”dır. Ulusal yemekleri sayılan malez, hamur ve yağla hazırlanır ve Vaspurakanlıların (Van yöresi) “khavidz”ine benzer; Hamuru sıcak suya atar sürekli karıştırarak pişirir, sonra parçalara ayırıp üzerine yağ ekler ve yerler. Çirli (kurutulmuş meyve) pilavı çok severler. Çirli pilav ve Tsıvadzeğ (yumurtaya batırılmış kızartılmış ekmek) ziyafetlerde özgün yemek olarak sofraya getirilir.
Yemeklerde erkekler kadın ve çocuklardan ayrı otururlar sofraya ve içkilerden yalnızca rakı içer, bira veya şarap kullanmazlar. Erkekler ve yaşlı kadınlar tütün ve enfiye kullanır, ancak Çingene ve Tzigan kadınlarının aksine Poşa kadınlar tütün içmeyi ayıp sayarlar.
Poşalar birçok kötü alışkanlıklarına karşın, para alışverişlerinde çok dürüst olup söze önem verirler. Yalnızca söze dayanarak borç alıp verir. Ancak “faiz” mefhumunu kesinlikle tanımaz, ne faiz verir, ne de alır ve kendi zararına da olsa sözünü veya yeminini mutlaka yerine getirir.
Konuşurken genellikle Ermenice’yi kullanırlar, ama aralarında gizli konuşmak gerektiğinde Poşa diline başvururlar. Ancak giderek fakirleşen bu Hint-Avrupa kökenli dil zamanla gramer ve fiil çekimlerinde Ermenice’yi kullanmak zorunda kalmış.
Poşalar kendilerinden olmayanlara değişik adlar vermişler: Ermeniler’e taktıkları isim köylü veya tüccar anlamına gelen “gaçut” ya da çiftçi anlamına gelen “klarav”, Ruslar’a kocakafa anlamına gelen “sisorov”, Türkler’e ise dinsiz anlamına gelen “Pısu” diyorlar.
Poşa kadının yaşam koşullan çok ağırdır. Tüm ailenin yükünü o çeker, elekçilik dışında çorap örer, yün eğirir ve tüm kazandığını içki ve tütününü sağlaması için kocasına verir.
Hay-Poşalar’da kadın ve erkek arasında karakter ve yapı yönünden büyük antropolojik farklılıklar gözlemleniyor. Kafatası yapılarını bir yana bırakarak, Poşa kadının poşa yaşantısının hemen hemen her şeyi olduğunun altını çizmek gerekiyor. Poşa kadını atılganlığı, cesareti, aileyi maddi ve manevi yönlerden yönetme yeteneği ve onurunu her şeyden üstün tutması, anatomik yapısındaki zarafeti ve daha birçok yönden Poşa erkeği ile çeliştiği görülüyor.
Erkeklerin yaz kış eski ve bol, özellikle yırtık pırtık giysilerde dolaşmasına karşın Poşa kadını özellikle kırmızı giymeyi tercih eder. Yeni gelinler, gümüş veya bronz bilezikler ve gösterişli yüzükler takar, ancak en zenginleri bile altın ziynet eşyalarından kesinlikle kaçınır, süslenmeyi sevmez, Çingeneler gibi gözlerine sürme çekmez, kulağına küpe, burnuna hırızma takmaz, Kürt, Türk ve bazen Ermeni kadınlar gibi el ve ayaklarına kına yakmaz.
Ailenin geçimini sağlamak için bütün kış elek, sele veya tef yapan erkeklerin ürettiği malları pazarlamak, yani ticaret Poşa kadınının işi. O öylesine çalışkan ve beceriklidir ki, örneğin yolda yürürken çorap örebilir veya yün eğirir. Çingene hemcinslerine karşın Poşa kadın onurunu korumasını çok iyi bilir. Sivri dili sayesinde laf altında kalmaz ve onuruna çok düşkündür.
Bu konuda bilinen fazla bir şey yok. Gerçek şu ki Poşalar pek sık hastalanmaz. En çok rastlanan hastalık sıtma olup, tedavi için eşek sütüne damlatılan “eşu gatnug” adlı bitkinin son derece acı usaresini içerler, kinin yerine.
Poşalar’da boş inançlara, hurafelere yer verilmez, hastalıklar azizlere, kem göze vb. mal edilmez, kurban, adak veya duaya başvurulmaz.
Bir Poşa hastalanıp da tedaviye cevap vermiyorsa, kısacası yaşama ümidi kalmamışsa bir papaz çağırılıp hastaya komünyon (…..) verilir, daha sonra sessiz sedasız oturup o çok korktukları ölümü ağlayıp sızlamadan beklerler.
Hasta öldüğünde çıplak naaşını çabucak kefene sarıp dikerler ve bir an önce evden çıkarıp kilise veya kabristana götürürler. Cenaze günü tüm ateşler söndürülür, cenaze evinde yemek bile pişirilmez, komşu veya akrabalar pişirdikleri “tsıvadzeğ”i eleklere koyup getirirler. Ne yas tutar, ne de siyah giyerler. Cenaze günü görev sona erer, ölenin dul eşi serbest kalır ve taliplisi çıkarsa eğer, bir hafta bile geçmeden yeniden evlenebilir. Ölenlerin anısı ise haftada bir kez ocakta ateş yakarak korunur. Ölünün malvarlığı dul eşine kalır ve ölenin kardeşlerinin mirasta hiçbir hakkı olmaz. Vefat göç esnasında olmuşsa, eğer yakınlarda bir köy varsa cenaze eşeğe bağlanıp oraya gömülür, aksi takdirde duasız-ayinsiz bir çukur kazılıp defnedilir.
Hukuk
Hay-Poşalar’m sosyal yaşamında “Ahiller”in (İhtiyarlar) etkisi uzun yıllar önce, giderek kaybolmuş. Başlangıçta karar mercii olan Ahiller’in içinden Poşalar’ın ırkbaşkanı -çeribaşı seçilir ve kendisine (Ermenice) “Atoragal”, (Poşaca) “Camadar” (Yönetici) denilirdi. Atoragal, toplumda her türlü anlaşmazlıkları çözer, son kararları verir, ağır suç vakalarında ise ahiller kuruluna başvururdu. Bu nedenle hiçbir Poşa devlet mahkemelerine başvurma gereği duymaz, hapse veya sürgüne mahkûm edilmezdi. Atoragal’lık babadan oğula miras yoluyla geçer, varis bulunmaması durumunda seçime başvurulurdu.
Ev içinde ise, kadınların ekonomik hakimiyetine karşın mutlak hakimiyet Poşa erkeğindeydi. Bununla birlikte çocuklar baba adıyla değil, anneleriyle anılırlardı. Örneğin, Panos oğlu Toros değil de Varter oğlu Haço, Simig oğlu Seğpos denilirdi.
Poşalar’da kullanılan erkek adları: Seğpos, Toros, Kiyor (Kirkor yerine), Haço, Panuel; kadınlarda ise Şuşan, Maro, Varter, Sırpun, Antar, Simig, Mayam (Maryam yerine), Marinos gibi isimler Ermenilerle ilişkiler, ekonomik veya birtakım zorlamalarla giderek Ermeni isimlerine dönüşmüş.
Çok eski zamanlarda yaşayan bir rahibin hasımları, onun üç yardımcısını rüşvetle elde edip odasına bir kadın getirir, daha sonra da baskın düzenler. Hileyi anlayan rahip yardımcılarına “Kara suratlılar, gidin ve bir daha kimseye görünmeyin” diyerek beddua eder.
Aniden suratlarının yarısı kapkara olan rahip yardımcıları birer heybe ve değnek alıp yola koyulur, uzun süre yürürler. Yolda rastladıkları at, inek, koyun gibi hayvanların hiçbiri bunların yanına yaklaşmaz bir tek eşek sadakat gösterir ve yanlarından ayrılmaz. Bir ormana ulaşıp dallar keser, elek, sepet, tef yapar, ama yüzlerinin karası nedeniyle insan içine giremediklerinden, kadınlarına verip sattırır, yaşamlarını böyle elek yapıp kadınlarına sattırarak köy köy, şehir şehir dolaşarak sürdürürler.
Çok eskiden Kiliskintos adlı biri ailesinin geçimini sağlayamamanın ümitsizliği ile intihar etmek üzere tandırın içine girer. Karısı onu tandırdan çıkarıp yüreklendirir ve şu şarkıyı söyler:
“Gider dilenir, gelir sana tavuk döşü, lavaş getirir, bakarım. Çık, çık! Tandırdan dışarı çık”.
Bu olaydan sonra yeni evlenen Poşalar’ın eve döndüğünde damadın tandıra girmesi, gelinin ise eşi tandırdan çıkana kadar dans ederek yukardaki şarkıyı söylemesi adet olmuş.
Havarilerinden biri yemek yerken İsa Peygamber’e bir parça ekmek verir. Ekmeğin üzerinde kir gören Hz. İsa başından bir tutam saç koparıp ekmeği verene uzatır ve havarisinin şaşkın bakışları karşısında saç tellerini kutsar. Bunun üzerine havari elek işlemeyi öğrenir ve elekçilerin atası sayılır.
Poşalar kendilerine “Lom” derler, ancak bu adı hiçbir şekilde izah edemezler. Poşa adlandırılmasını ise şu kelime oyunu ile anlatırlar.
Tüm ulusların davetli oldukları bir davette herkes yerlerini aldıktan sonra Poşalar gelmiş, ancak yer olmadığından onlara “boş-a, boş-a (Yani boştur, boşuna-dır) gidin” demişler. Buradan da boş-a, boşa, poşa adı oluşmuş.
Tanınmış araştırmacımız ve arşiv kurdu rahmetli Kevork Pamukciyan’ın yıllar süren çalışmaları sonucu yarattığı eserlerden biri de 1981’de yayınladığı Patrik Hagop Nalyan adlı eseridir. 18. yüzyılın ünlü din adamı ve yazarlarından Patrik Hagop Nalyan’ın Yaşamı, Eserleri ve Öğrencileri adını taşıyan 280 sayfalık araştırmadan (sayfa 102) “Ermeni Poşalar” a ait birkaç satırlık ibareyi önemini göz önünde bulundurarak aktarıyoruz. Ancak Pamukciyan da bu satırları İstanbul’da yayımlanan 29 Aralık 1893 tarihli Arevelk günlük gazetesinden, Abraham Ayvazyan’ın “Patrik Hagop Nalyan’ın Biyografisi” adlı çalışmasından aldığını belirtiyor.
Patrik Nalyan’ın izniyle, eskiden beri İstanbul’un Topkapı semtinde yerleşmiş olan Ermeni ulusundan Poşalar’la, yörenin Ermeni sakinleri dünürlük yapmaya başlamıştır. Böylece Nalyan sayesinde “Hay Poşa”lık bu banliyöden yok olmuştur.
Ayrıca Topkapı civarında yerleşmiş olan Hay Poşalar nedeniyle semte Poşa mahallesi adı verildiği, buraya yerleşen Poşalar’ın Balat ve Eyüp kiliselerinde dini vecibelerini yerini getirdiği biliniyor.
Bu vesileyle Kevork Pamukciyan üstadımızı anarken bu ibareyi üstatla sohbetlerinden anımsayıp bizi uyaran Sayın Turgut Kut’a teşekkürü borç biliriz.
Sayıları sınırlı ve belirli olan Ermeni Çingeneleri, Poşalar konusunda hafızaları zorlayalım. Küçük Asya ve Ermenistan’ın her tarafında yaşıyorlardı. Bu Çingeneler Ermeni Dilini çok güzel konuşurlar. Yalnız kendi aralarında konuşurlarken Hint Kökenli Prakritçe’ye(**) yakın bir söylem biçimi kullanırlar.
(**)Prâcrit : Sanskritçeden türemiş bir dil.
KAYNAKLAR
Vırtanes Papazyan, “Hay-Poşaner”, Azgagaragan Hantes, Tiflis 1899.
Krikor Vantzyan, “Hayer Poşaneritz”, Murc dergisi Yerevan 1892.
Arakel M. Keçyan, “Hay-Poşaner”, Agın yev Agıntzin, 1020-1915, Bükreş 1942
P. Karekin Sırvantzdyan, Toros Ağpar İstanbul 1879
P. Nerses Sarkisyan, Değakrutyunk i Pokr yev i Medz Hays, İstanbul 1864
K. J. Basmadjian, Histoire Moderne des Arméniens, 1917 / Ermeni Modern Tarihi ve Ermeni Sürgünleri (1375-1916) Çev. Mehmet Baytimur, Pêri Yayınları
1 Comment
[…] Hay-Poşalar – Ermeni Çingeneler […]