Ermeni Erkek İsimleri Listesi
22/02/2016
Ermeni Balıkçı ile Topal Martı – Sait Faik
05/03/2016

Kevork Pamukciyan‘ın Tarih ve Toplum dergisi Mart 1987 sayısında yayınlanan “İnciciyan’a göre Galata Kulesi” yazısını siz değerli takipçilerimizle paylaşıyoruz. Değerli araştırmacı Kevork Pamukciyan yazıyı Prof. Dr. Semavi Eyice Bey’e ithaf etmiş. Yazıya başlamadan önce yazıyla ilgili birkaç önemli ve ilginç noktaya değinmek istiyoruz. Pamukciyan TRT-1 de yayınlanan vurdulu-kırdılı filmlerin ülkede yaşanan cinayet ve gangsterlik olaylarını tetiklediğini ve TRT-2 de yayınlanan kültür ve eğitim programlarının ise önemine değinmiş. Günümüzde de yine çok saçma bulduğumuz onlarca dizide geçen olayları,  ya daha önce yaşandığına dair veya benzerinin dizi çekildikten sonra yaşandığına dair onlarca örneği TV ve gazetede yer alan haberlerde çoğu kez görüyoruz.

Yine 1776 İstanbul depremi , 1818’de İstanbul’da semtlere göre Ermenilerin konut sayısı, İstanbul’da Falyanozların (Balina), yunusları nasıl kovaladığına dair yazı, İstanbul’da çeşitli senelerde görülen Kolera Salgınları ve koleradan kurtulma yöntemleri gibi değişik konulara değinilmiş. Sonrasında ise Galata Kulesi (Hristos Kulesi) ile ilgili çeşitli  tarihi kaynaklardan elde edilen bilgiler paylaşılmış. Son olarak Galata Kulesi’nden Kilyos’a ulaşan tünellerin varlığı ve Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u zapt ettikten sonra Galata Kulesi’nin yıkılmasını istemesi eminim sizlerin de ilgisini çekecek.

Galata Kulesi

Galata Kulesi : Kozmos Kömürciyan’ın 1790 yılı eserinde bulunan gravür

İnciciyan’a göre Galata Kulesi

Ekim ayında, televizyonun ikinci kanalından, Galata hakkında dört bölümden ibaret mufassal ve cazip bir program ekrana geldi. Önce şu hususu belirtelim ki, ikinci kanalın kültür ve eğitim konularına ağırlık vermesi, çok isabetli bir karar olmuştur. Zira, seyirciler birinci kanaldaki bilhassa vur-kır filmlerinden artık bezmişlerdi. Bunların hiçbir faydası olmadığı gibi, menfi tesiri de vardır. Kanaatımızca, yurdumuzdaki cinayetlerin ve gangsterlik olaylarının artmasında, bu gibi filmler büyük bir etken teşkil etmektedir.

Mezkûr program esnasında, Venedik Mıkhitarist  rahiplerinden, mümtaz tarihçi ve coğrafyacı Lukas İnciciyan‘ın (1758-1833) da, Galata ve Kulesi hakkında verdiği kıymetli bilgiler dinleyicilere sunuldu. İşbu malûmat, Coğrafya‘sının Avrupa’ya hasredilen ikinci kısmının beşinci cildinde bulunmaktadır ki, tamamiyle İstanbul şehrini kapsamaktadır. İnciciyan, daha uzun olarak, diğer bir çalışmasında da Galata Kulesi‘nden bahsetmektedir. Ancak, eserin çok nadir olması sebebiyle, bugüne kadar meçhul kalmıştır. Bu kaynak, 1802-1820  yılları arasında neşredilen Yeğanak Püzantyan (Bizans Mevsimi) adını taşıyan salnamelerin(yıllık) son cildindedir. (s.190-194)

Asıl mevzuya geçmeden, salnamelerin muhteviyatı hakkında biraz bilgi vermek istiyoruz, zira, 1815-1820 yılları kitaplığımızda mevcuttur. Bunlardan birkaçını, müteveffa yazar Sarkis Sakayan‘ın (1870-1952) rahmetli zevcesi Anjel Sakayan, tarafımıza hediye etmek lûtfunda bulunmuştu.

İşbu yıllıklar hakkında, ricamız üzerine, birkaç sene evvel, Venedik Mıkhitarist rahiplerinden, değerli araştırmacı sayın Sahak Cemcemyan da bazı bilgiler vermişti. Eskilerden 1805 yılınkinde, onsekizinci yüzyılın büyük depremlerine mütedair(ile ilgili) bir yazı vardır(s.34-44). 1766 senesinde vuku bulan büyük İstanbul depremi hakkında, Ermeni kaynaklarına istinaden bir çalışma için, yıllardan beri malzeme topladığımızdan ötürü, bu yazının fotokopisini de istemiştik. Cemcemyan arzumuzu yerine getirmekte gecikmemişti.

Diğer mühim bir yazının da, 1804 yılınkinde bulunması muhtemeldir. İstanbul’da neşredilmiş olan Joğovurti Tsaynı(Halkın Sesi) gazetesinin 29 Temmuz 1922 tarih ve 1160 sayılı nüshasında, Haydarpaşa’da vuku bulan bir yangın münasebetiyle, İstanbul’un 1633-1795 yılları arasındaki büyük yangınları hakkında, iktibas edilen bir yazı mevcuttur ki, aslının eski bir kitapta bulunduğu kaydedilmiştir. Ancak Venedik’deki Mıkhitaristler Kütüphanesi’nde, Yeğanak Püzantyan’ın 1804 yıllığı mevcut olmadığı için, bu hususu tesbit edemedik. Cemcemyan, diğerlerinde İstanbul’la ilgili bir yazı bulunmadığımı bildirmişti.

Yenilerine gelince,1816 yılınkinde Arife Merasimi (a) hakkında bilgi vardır.(s.220-222)

1817 yılınkinde, Ermenice tercümeleriyle birlikte Türkçe beyitler mevcuttur (s.78-82). 83-90’ıncı sayfalarda ise, muhtasar mühim bir 18. yüzyıl İstanbul tarihi kronolojisi vardır ki, Tercümesini Tarih ve Edebiyat Mecmuası‘nın, 1979 yılı Haziran sayısında neşretmiştik (s.44-49).

1818 yılınkinde, İstanbul’un muhtelif semtlerinde ikamet eden Ermenilerin nüfusu hakkında bir istatistik mevcuttur (s.95). Kısa ve ehemmiyetli olduğu için iktibas ediyoruz.

İstanbul: 2100 hane, Samatya: 1400, Balat: 1400, Beyoğlu: 1150, Üsküdar, Yenimahalle:800, Üsküdar, Selâmsız:350, Yenikapu: 400, Hasköy:400, Topkapu: 280, Galata:280, Eyüp:135, Ortaköy:120, Yeniköy:40, Kuruçeşme: 30. Cem’an hane adedi 9172’dir. İnciciyan, bu rakama istinaden, Ermenilerin aile sayısını yaklaşık 30.000 olarak göstermektedir. Her bir ailenin nüfusunu ise, sekiz kişiden hesaplayarak, bütün şehirdeki Ermeni mevcudunu 240.000 olarak kaydetmektedir ki, kanaatımızca fazlacadır.

İkinci ilginç bir yazı da, 99’uncu sayfada bulunmaktadır ve balıkçılıkla ilgilidir. Başlıkta, vak’anın 1816’da, İstanbul sularında geçtiği kaydedilmiştir. Sonbaharda, İstanbul sularına, yonuz(yunus) balıklarının üç büyüklüğünde, falyanoz balıklarının geldikleri ve yunusların düşmanı oldukları bildirildikten sonra , falyanozların İstanbul’un sularına girdikleri zaman, bütün yunusların kaçtıkları iş’ar olunmaktadır. 1816 yılı Ekim ayında, Boğaz’dan gelen bir kayık Üsküdar’a yaklaştığı esnada, altı falyanoz bir yunusa rasgelir. O da kayığın altına girip saklanır. Falyanozlar yunusu tutmak için ona yaklaşınca, korkusundan yukarı fırlar ve kayığı sallandırmaya başlar. İçindekiler büyük korku geçirirler. En fazla ikinci kayıkçı endişelenir ve ağzından kan gelerek hastalanıp, bir ay sonra ölür.

Müteakiben, 100-122’nci sayfalarda, 1701-1750 yılları arasındaki dünya olaylarının bir kronolojisi vardır ki, kısmen Osmanlı İmparatorluğu’nu da kapsamaktadır.
1819 yılınkinde, İstanbul’da 1715, 1750-1751, 1777 ve 1812 yıllarında vuku bulan büyük kolera vak’aları kaydedilmiştir (s.87)
91’inci sayfada, 1817 yılı Eylül ayında,Kadıköy açıklarında suyun üzerinde görülen dev bir balıktan bahsedilmektedir.
98-143’üncü sayfalarda, bir yıl önceki kronolojinin devamı olarak, 1751-1800 yılları arasındaki dünyanın önemli olaylarına yer verilmiştir.

172-176’ncı sayfalarda, hayatta olan Avrupa hükümdarları hakkında kısaca bilgi verilmektedir. Önce, İkinci Sultan Mahmud’un adı kaydedilmiştir. Üncü Sultan Selim’in (1761-1808) kardeşinin oğlu olduğu, 20 Temmuz 1785’de doğduğu ve 28 Temmuz 1808’de tahta çıktığı iş’ar olunmuştur. Ancak, İnciciyan  burada bir hata yapmıştır. Zira, İkinci Sultan Mahmud, Birinci Sultan Abdülhamid’in (1724-1788) oğludur, Üçüncü Sultan Selim (1761-1808) ise Üçüncü Sultan Mustafa’nın (1716-1773) oğludur. Yani Sultan Mahmud’un babası ile Sultan Selim’in babası kardeşlerdir.

177-178’inci sayfalarda, İstanbul’dan Bağdad’a kadar menzilhaneler, 179-180’inci sayfalarda ise, İstanbul’la Halep arasında bulunan konaklar kaydedilmiştir.

1820 yılınkinin 137’nci sayfasında, koleradan korunmak için bir çare beyan olunmaktadır. Bu maksadla, mezkûr hastalığa yakalananlara, haftada iki defa vücudlarına yağ sürmeleri önerilmektedir. Bunu kanıtlamak için de, İstanbul’dan bir örnek verilmektedir. Yağkapanındaki hamalların ifadelerine göre, kendileri hiçbir zaman koleraya yakalanmamışlar. Sebebi de, normal olarak yağların vücudlarını kaplaması olmuştur. Ancak, İnciciyan maalesef yağın cinsini açıklamamıştır.

Müteakip 138-145’inci sayfalarda, koleranın sebeplerinden bahsedilmektedir. Burada çok enteresan bir bilgi bulunmaktadır. Eski Mısırlıların mumyalarını, başlıca ziftle hazırlanan bir terkiple tahnit ettikleri (ceset bozulmasın diye uygulanan işlem) beyan olunup, ziftin çürümeyi önlediği kaydedilmektedir.

154-161’inci sayfalarda depremler hakında bir yazı dercedilmiştir. Bu meyanda, dünyada vuku bulan büyük yer sarsıntıları de kaydedilmiştir.

185-189’uncu sayfalarda, Anadolu’daki konakların isimlerine tesadüf edilmektedir.

189-190’ıncı sayfalarda, Boğaziçi veya civarındaki onyedi dağ ve tepenin, arşın olarak denizden yükseklikleri kaydedilmiştir. Bunlar arasında , ehemmiyetine binaen, Yoruz(Yorus) Kalesi tepesinin 275 arşın (187 metre) olarak gösterildiği kayda değer.

190-194’üncü sayfalarda, Satrançın tarihçesi hakkında bir yazı vardır. Oyunun Hindistanlı Brahman bir feylesof tarafından bulunduğu kaydedilmiştir.

200-209’uncu sayfalarda, Arapların Vahabi, Vehabi veya Vehhabi mezhebi hakkında etraflı bilgiler mevcuttur.

225-228’inci sayfalarda, tahtta bulunan Avrupa  hükümdarları hakkında muhtasar malûmat vardır.

Şimdi de asıl mevzuumuza geçiyoruz. Önce, İnciciyan’ın İstanbul Tarihi’nde Galata hakkında yazdıklarını tanıtacağız. Bir iki ufak ilâve yaparak müteveffa Hrand Der-Andreasyan‘ın (1892-1978) tercümesini sunuyoruz.(1)

GALATA KULESİ

“Eski Galata surları iç tarafta olup,  sonra Galata Kulesi’nde (eski adı Hristos kulesi) birleşirler. İstanbul ve Galata kuleleri içinde en yükseği olan Galata Kulesi, yuvarlak şekilde yüksek bir mevkide yapılmıştır. İçinde, büyük kısmı kalın duvarlardan yontulmuş. 146 basamaklı bir merdiven vardır. Kulenin tepesi ehram şeklindedir ve kurşunla kaplıdır. Bu kısım 25 Temmuz 1794 tarihinde civarda çıkan bir yangında harap olduğu için, eskisinden daha ihtişamlı olarak yeniden yapıldı. Kulenin tepesinden bütün İstanbul şehri ve civarı görünür. Bundan dolayı, bekçiler yangınları haber vermek için geceleri orada tarassud ederler (gözlemlemek). Keza, takriben 1717’den beri , gece yarısı haber vermek için davul çalarlar. Kireçkapısı’nın üzerinde, kule ve Galata’nın civarındaki surların genişletildiği hakkında, yukarıda adı geçen Marrufus tarafından konan Lâtince bir kitabe vardır.”

İnciciyan, Marruffus’un kitabesi hususunda verdiği bir dipnotta, şöyle demektedir:

“Bu ve daha evvel zikredilen ve ileride sözü geçecek olan kitabeleri, Papaz Komitas Kömürciyan‘ın (1656- 1707) torunu, İspanyol Sefareti tercümanlarından, Kozmas Kömürciyan’ın (1749-?, İtalyanca Carbognano) telif ettiği ve 1794’de, bizim vasıtamızla Venediğin Bassano köyünde tabettirdiği, “Descrizione topografica dello stato presente di Constantinopoli” (İstanbul’un şimdiki vaziyetinin topografik tasviri) adlı İtalyanca kitabında okuyucalar görebilirler.”

Şimdi de, İnciciyan’ın 1820 yılı Yeğanak Püzantyan salnamesinde, Gala Kulesi hakkında verdiği mütemmim (tamamlayan) bilgilerin tercümesini sunuyoruz. Müellif bu yıllıklarda, edebî dil yerine halk lisanı kullanılmıştır. Gayesi de, yazdıklarının daha geniş  halk kitleleri tarafından okunabilmek imkânını temin etmek olmuştur.

GALATA KULESİ HAKKINDA BİLGİ

İşbu kule hakkında, Coğrafya’nın İstanbul’a hasredilen cildinin 181’inci sayfasında yazılmıştır. Fakat burada başka bilgiler de vereceğiz.

Galata’nın diğer kulelerinden çok daha yüksek, bu gibi bir kule inşa edilmesinin sebebi konusunda muhtelif rivayetler mevcuttur ki, bunlardan biri de şudur:

Göya Cenevizliler bu kuleyi müneccimlik maksadiyle yapmışlar. O zamanlar kule sekiz katmış. Aşağıdaki katta iptidaî bilgiler öğretilirmiş ve tedrisat yükseldikçe, talebeler de kat kat yukarı çıkarlarmış. Gramerden başlayarak, aritmetik, hendese, lojik, felsefe ve sair dersler okutulurmuş. En son katında ise astronomi öğretilirmiş ve orada yıldızlar tarassud edilirmiş.

Fakat bunu icad eden, eğitime hevesli bir şahısmış. Zira, rasathane kulelerinin inşasında, Avrupa devletleri bile çok sonra başladılar, nerde kaldı Cinivizliler  gibi küçük bir kavim ve o da böyle yabancı bir diyarda.

Bu gibi yüksek kulelerin mevcudiyetinin sebebini bilmek için, eski tarihlere aşina olmak gerekir. Zira, top, tüfek bulunmadığı eski devirlerde, harpler başka türlü yapılırdı. Böyle yüksek bir kuleye malik olmayı zarurî sayarlardı. Buna da halk tarafında ortahisar adı verilirdi. Muhasara edildikleri zaman, onun üstünden, düşmanın gelişini, hazırlığını ve harekâtını yüksekten seyrederlerdi. İkincisi ise, şayet düşman anî bir hücumla şehri zaptedecek olsaydı, burada kalan kimselere veya askerlere, işbu kule barınak teşkil ederdi. Buraya sığınıp, düşman şehre girdikten sonra dahi , bu gibi yüksek mevkiden onu vururlardı. Bu sebeple eski kalelerin hemen hemen hepsi, veyahut büyük kısmı, bu gibi yüksek bir kuleye malikti. Nitekim Maltızlar (Maltalılar) tarafından inşa edilen Rados ve Rodos adası kalesinin, veyahut Yorus(Yoros) kalesinin de, buna benzer birer kulesi vardır.

Bu gibi yüksek kulelerin diğer bir gayesi daha vardı. Bu da yeraltı dehlizlerinin birleştiği yer olmasıydı. Zira, şehir düştüğü zaman, darda kadıkları takdirde, firar edenleri oraya toparlarlardı. Buradaki tünellerden uzaklara kaçarlardı. İşbu keyfiyet Galata Kulesi için de anlatılır. Zira, Galata surlarla üçe ayrılmıştır. Üç taraftan da yer altında Galata Kulesine çıkışı olan yol vardır. Birincisi Galta Kulesi’nden Cizvit Bostanı’nın içindeki kuyuya, ikincisi de Perşembepazarı’nda bulunan Bostan’daki Yeni Cami’nin yanına varırdı. Üçüncüsü ise Meyit İskelesi(2) tarafında isi. Burası eskiden Venediklilere aitti. Bu sebeple, Venedik elçisi alayla şehre girdiği zaman, önce Meyit İskelesi’ne giderdi. Burada çavuşbaşı onu merasimle Bayloz’un (Balyoz) sarayına götürürdü.

Bu dehlizlerin bakiyeleri zaman zaman yerler kazılırken meydana çıkmaktadır. Galata Kulesi’nin altından, Kilyoz’a (Kilyos) kadar uzanan bir yer altı geçidi de mevcuttur. Burada, Cinivizlilerin gemisi hazır beklerdi ki, şayet düşman Galata’yı zaptederse, yerli halk önce kuleye, sonra da Kilyoz’a sığınsın ve oradan da kendi gemileriyle Kefe’ye sevkedilsin. Zira, o zamanlar, Kefe’nin bulunduğu Kırım, Cinivizlilerin elinde idi.

Zaman zaman bu yolun bakiyeleri de meydana çıkmaktadır. Vaktinde Dörtyol ağzında(3) mağaza inşa etmek için temel kazılırken, bir yol bulundu. İçeri girerek, yer altından geçip Kulekapısı’ndaki hamamın kuyusuna vardılar. Yol kemerlidir ve yer yer odalar açılmaktadır. Burada, Cinivizlilerden kalma kireç ve tuğlaya rastgeldiler. Şüphesiz, aniden ihtiyaç hasıl olduğu takdirde, hazır bulunsun diye. Daha önce, Beyoğlu haricinde bir tepenin altında da bir dehliz bulundu. Bütün bunların Cinivizlilerin yaptığı yolun kalıntıları olduğu anlaşılmaktadır.

Galata Kulesi’nin irtifaı hakında, Türk tarihçisi Hasanbegzade, onun eskiden çok yüksek olduğu, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u zapt ettikten sonra, onu yıkmalarını ve yerle bir yapmalarını emrettiğini yazmaktadır. Sonra da şunları ilâve etmektedir. Yanındakiler, Padişahın sözünü yerine getirmek için kuleyi o kadar alçaltırlar ki, tepesi Edirnekapısının önü ile aynı seviyeye geldi. Zira, Padişahın bu emri verdiği zaman burada bulunuyordu. Bu şekilde acıyarak bu binayı kurtardılar.

Kulenin yapısının gösterdiği veçhile, üstteki kurşunla kaplı kısmını ancak yıktılar, taşla inşa edilen kısmına dokunmadıları. Çünkü üstteki basamaklar hâlâ mevcuttur. Demek ki, bina orada sona ermekte idi. Zira, taş kısmının bittiği yerde üstteki basamaklar inşa edilirdi. Nitekim, Maltızlar tarafından inşa edilen ve bunu gibi üstü yıkılmamış yüksek bir kulesi olan, Rodos’taki dört köşe kulenin üstünde dahi,  bu husus müşahede edilmektedir.

Kaldı ki, Galata Kulesi’nin irtifaı çok yüksek değildir. Ancak mevkii yüksek olduğu için o kadar yüksek görünmektedir. Venedikte’ki San Marcos Katedrali’nin çan kulesi, Galata Kulesi ile yaklaşık aynı seviyededir (şayet külâhının ucu nazar-ı itibara alınırsa). Coğrafya’nın Avrupa’ya hasredilenikinci cildinin 560’ıncı sayfasından, onun irtifaı hakkında bilgi edinilebilir.

Yazımızın son kısmında, önce, Galata Kulesi hakkında meçhul kalmış bir malûmatı da, tarihçi Mağakya Çelebi Cevahirciyan‘ın (1665-1733’den sonra) gayrı matbu olan ve aslı Venedik’deki Mıkhitaristler Kütüphanesi‘nde bulunan Jamanagakrutyun (Kronoloji) isimli çok mühim eserinden istifade ederek sunmak istiyoruz. Müellife göre, Galata Kulesi’nin külâhı, 1677 yılında şiddetli bir fırtınadan uçmuştur. Cevahirciyan, maalesef tekrar ne zaman onarıldığı hususunda bir bilgi vermemiştir.

Galata Kulesi’nin mazisine ait bir bilgiyi de, tarihçi Avedis Berberyan‘ın (1798-1873) Kronoloji‘sinden öğreniyoruz. İşbu kaynağa göre, 14 Temmuz 1829’da Beyoğlu’nun Kulekapısı’nda vuku bulan bir yangında, Galata Kulesi’nin kurşunla kaplı külâhı yanıp erimiştir(4).

Makalemize, Kozmas Kömürciyan’ın mezkur (adı geçen) eserinden faydalanarak, Galata Kulesi’nin 1790 sıralarındaki bir gravürünü de ekliyoruz, ki onun ismini taşımaktadır.

(1) “XVIII. Asırda İstanbul”, İstanbul, 1956, s.83
(2) Tersane’ye yakın bir mevkide bulunmakta idi (İnciciyan, mezkûr eser, s.154)
(3) Galatasaray’ın merkezi kasdediliyor.
(4) “Badmutyun Hayots” (Ermeni Tarihi), İstanbul, 1871, s.480.

Ermeni Kültürü notu:

(a) Arife gününde saray, ‘Arife Merasimi ile Enderûn’daki ‘Arife Divanı’na ev sahipliği yapar. Öğle namazının ardından gerçekleştirilen merasim, padişahın Hasoda Kasrı meydanına konulan tahta oturarak tebrikleri kabul etmesinin akabinde duaların ve Fatiha suresinin okunmasıyla nihayete ererdi. Şayet padişah, Arife Merasimine iştirak edemeyecek olursa varlığının nişanesi mahiyetindeki sarığı, bir taht üzerine konulur ve tören öyle icra edilirdi.

Kaynak : http://goo.gl/PoqbJY

Hazırlayan : Ardziv Makriküği

Kaynak : Tarih ve Toplum dergisinde (no. 39, Mart 1987,s. 14-16) “İnciciyan’a göre Galata Kulesi” başlığıyla yayınlanmıştır.

Diğer Tarih ve Toplum dergisinden alıntıladığımız yazılar :

Dr. Dikran Paşa Peştemalciyan

Cüce Simon

Not: Siteden alıntılanarak yapılacak paylaşımlarda www.ermenikulturu.com web sitemizi kaynak göstermenizi rica ederiz.

1 Comment

  1. […] İnciciyan’a Göre Galata Kulesi […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir